“Çerkes Enişte” Şapçı’ya geldi!

    Previous Next

    “Çerkes Enişte” Şapçı’ya geldi!

     

    Şapçı Azınlık Kültür ve Folklor Derneği’nin davetlisi olarak 30 Kasım 2019 Cumartesi günü Rodop ilinin Şapçı kasabasına gelen Türkiye’nin tanınmış bürokrat ve yazarlarından gazeteci Mehmet Bican, dernek binasında üyelerle sohbet etti ve kitaplarını tanıttı. Bican’a 1944 Şapçı doğumlu akademisyen Veli Öztürk de eşlik etti.

    Mehmet Maste’nin kitabı Şapçı’ya getirdiğini ve böylelikle bir çok kişinin okuduğunu belirten Dernek yönetiminden Ercan Hafız Ali, “Kitabı okuduktan sonra Şapçı’yı araştırma konusunda bir heyecan oluştu. Bizler de derneğin ilkelerine uygun olarak; Türk kültürüne ve Şapçı kültürüne hizmet olarak Mehmet Bican’ı Şapçı’ya davet ettik.” İfadelerine yer verdi.

    Mehmet Bican, yaptığı uzun konuşmada kitaplarını tanıttı. Şapçı’yı anlatan “Çerkes Enişte” adlı kitaba dikkat çekti ve ikinci baskısının yapılacağını söyledi.

    Mehmet Bican’ın yaptığı konuşmanın büyük bir bölümünü aşağıda okuyabilirsiniz:

    “Şapçı’da bulunmaktan büyük gurur ve mutluluk duyuyorum. Bizi davet eden dernek yöneticilerine çok teşekkür ediyorum. Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben kimim? Ben, Şapçı’nın bir evladıyım. Neden? Annem, babam, kardeşlerim, ablalarım, yeğenlerim ve aileden yüzlerce kişi hepsi Şapçı’da doğmuş, çeşitli sebeplerle buradan Türkiye’ye göçmüş, orada hayatlarını sürdürmüş veya orada hayatlarını sonlandırmış kişilerdir.

    Veli Öztürk’le ben aynı yaştayız. İkimiz de 1944 doğumluyuz. Ablamın çocuğu, kısacası yeğenim. O Şapçı’da dünyaya geldi. Ben Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde dünyaya geldim.

    Buradaki hayatımızdan kısaca bir kesit vereyim. 1941 yılında, Mutaf ailesi, yani annem, babam, kardeşlerim burada Bulgarlardan gördükleri zulümden sonra öküz arabasıyla Şapçı’dan ayrılmışlar. Kısacası buradan Türkiye’ye kaçmışlardır. Biz, altı kardeşiz. İki ağabeyim vefat etti son üç dört sene içerisinde. İki ablamın biri 87 yaşında Balıkesir’de, diğeri ise İstanbul’da ki 97 yaşındadır. Benden küçük bir de kardeşim var. Biz, hayatta dört kişi kaldık.

    Ben kimim?

    16 YIL BAŞBAKANLIK’TA BASIN MÜŞAVİRİ VE HALKLA İLİŞKİLER DAİRE BAŞKANI OLARAK ÇALIŞTIM.

    Ben, gazeteciyim. Gazeteciliğe 1963 yılında İstanbul’da Vatan gazetesinde başladım. Aynı gazetenin Ankara bürosuna tayinim çıktı. Daha sonra çeşitli gazetelerde çalıştım. 1969’da TRT Haber Merkezi’ne muhabir olarak girdim. TRT’de 12 yıl muhabirlik ve yöneticilik yaptım. TRT'de en son görevim haber dairesi başkanlığı idi. 12 Eylül’de biz, bir grup arkadaş TRT’den ayrılmak durumunda kaldık. Askeri dönemdi ve onlarla birlikte yapamadık. Tekrar ben, İstanbul’a Tercüman gazetesine geldim. Tercüman’da gazeteciliğimi sürdürmeye çalıştım. Bu sırada Hüsamettin Çelebi arkadaşımız, ağabeyimiz Anadolu Ajansı’na genel müdür tayin edilmişti. Bana “Tekrar Ankara’ya gelebilir misin?” dedi. Bana müdür yardımcılığı teklif ettiler. Anadolu Ajansı’na müdür yardımcısı olarak gittim. Orada 7-8 sene çalıştım. Ardından yine bir tesadüf oldu ki belki de benim yeteneklerimi de tespit etmişler ki 1991 yılında dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut bana “Başbakanlığa seni basın müşaviri yapalım mı?” dedi. Biliyorsunuz gazetecilerin politik mecralarda onlarla araları çok iyidir. Ben, Yıldırım beyi tanıyordum. Mecliste karşılaşıyorduk. O içişleri Bakanlığı ve meclis başkanlığı yapıyordu ki daha sonra da Başbakan oldu. Ve, Anadolu Ajansı’ndan ayrılarak 1991 yılında, 1. Körfez Harekatı başladığında basın müşaviri olarak başladım. 16 yıl Başbakanlık’ta basın müşaviri ve halkla ilişkiler daire başkanı olarak çalıştım, 2005 yılına kadar. Bu dönem içinde Yıldırım bey gitti, başka birisi geldi. En sonunda Abdullah Gül Başbakan oldu. Ardından Tayyip Erdoğan Başbakan oldu. Ben, 2005 yılında emekliliğimi istedim ki o tarihte tam 61 yaşındaydım. O günden bu yana da İstanbul’da yaşıyorum. Şu gördüğünüz kitapları yazdım.

    İDDİA EDİYORUM Kİ 28 ŞUBAT’I BENDEN İYİ BİLEN YOKTUR

    Bunlar benim için çok önemliydin. Başbakanlık’ta çalışırken bunların hiç birini yazamazdım. 28 Şubat olayı Türkiye’de gerçekleştiğinde Tansu Çiller Başbakan’dı ki ben de onun basın müşaviri idim. Anacak, iddia ediyorum ki 28 Şubat’ı benden iyi bilen yoktur. Bütün komutanlarla, 28 Şubat’ın siyasi karamanlarıyla dostluğum vardı. Kapalı kapılar ardında konuşulanları bile bilebiliyordum ki kitapta büyük bölümünü de yazdım. Yazmak durumundaydım. Benimle birlikte mezara gidemezdi bildiklerim. 28 Şubat olayı Türkiye için çok önemlidir. Çünkü, hala tartışılıyor. 28 Şubat’ın lehinde olanlar var, aleyhinde olanlar var. Siyasete girmemek babında, siyaseten bir konuşma yapmayacağım. Bizim aramızda da şu anda da 28 Şubat’ı savunanlar ve savunmayanlar olabilir. Böyle bir tartışma açmak istemiyorum.

    En son kitabımda 28 Şubat’ın duruşmaları söz konusu edilmektedir. Hukuk safhası anlatılmaktadır. Dönemin Genel Kurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Jandarma komutanı ve daha bir sürü general burada yargılanıyor. Yargılanıyor   diyorum ki yargılama hala bitmedi, devam ediyor, mahkeme kararını verdi, şimdi bir üst mahkemede. 31 subay ki bunların içinde orgeneraller, oramiraller ve kuvvet komutanları var. Ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Birkaç kişi de beraat etti. Demek ki Türkiye’de Tayyip Erdoğan ölüm cezasını kaldırmamış olsaydı bunları daracına göndereceklerdi.

    Şu gördüğünüz kitap 12 Eylül’ü anlatandır. 12 Eylül’de ben TRT’deydim. Yine işin içindeydim. Yine komutanlarla beraberdim. Burada yazılanlar, gazete kupürlerinden veya kafadan yazılmış şeyler değildir. Hepsi yaşanmış olaylardır. 28 Şubat kitabı ve bu da öyle. Mesela “28 Şubat’ta Devrilmek”, Tansu Çiller dönemini ve daha sonraki dönemi anlatır. Okumanızı tavsiye ederim. Bunları piyasada bulacağınızı sanmıyorum. Bunlar son 10 yılın ürünüdürler. Belki de Çerkez Enişte’nin ikinci baskısı yapılacaktır.

    “ÇERKEZ ENİŞTE” KİTABINI BÜYÜK BİR KEYİFLE YAZDIM

    Bunu bir çoğunuz okudu. Maste kardeşimiz sağ olsun kitabı buraya getirmiş. Ben de bu kitap dolayısıyla buraya davet edilmiş vaziyetteyim.

    “Çerkez Enişte” bir göç kitabı. Nerden nereye göç? Türkiye’den Yunanistan’a göç ki bu birinci aşaması. Onlara Türkiye’den kaçanlar da diyebiliriz. Çünkü, “Çerkes Enişte” kitabında anlatılan olay ve Çerkez Ethem’in hikayesidir. Çerkes Ethem ve arkadaşlarının öyküsüdür. Bunlar 1. Meclis tarafından “Hain” ilan edildikten sonra, daha sonra “150’likler” listesi çıktı biliyorsunuz. “150’likler” listesinin dışında 600-700 kişi var ki onlar listeye dahil edilmemiş, ama onlar da “Hain” ilan edilmiş kişilerdi. Onların büyük bölümü çevreye dağıldı. Yunanistan’la irtibatlı olanlar buraya geldiler. Çünkü, Selanik’te, Atina’da, Gümülcine’de yaşayan insanlar vardı. Osmanlı döneminde anneleri, babaları ve yakınları buralarda yaşıyordu. Bu birinci göçtür. Türkiye’den kaçıp gelenlerin öyküsü var bu kitapta.

    ŞAPÇI’DA MUKİM YAKINLARIM, ONLAR DA BURADAKİ BULGAR MEZALİMİNDEN TÜRKİYE’YE SIĞINMAK İÇİN KAÇANLARDIR

    İkincisi aynı dönemde değil, 2. Dünya Savaşı sırasında ki birinci göç İstiklal Savaşı’nın devam ettiği günlerde oldu. Ege’de Rum’a, Yunan’a, İngilizlere, İtalyanlara karşı mücadele edilirken yarım kaldı ve onlar bu tarafa kaçtılar. On sene sonra bizimkiler Şapçı’da mukim yakınlarım, onlar da buradaki Bulgar mezaliminden Türkiye’ye sığınmak için kaçanlardır. Bu kitapta iki aşamada anlatılmaktadır; Türkiye’den kaçanlar ve Yunanistan’dan kaçanlar olayı.

    BU KİTAPTA ANLATILANLAR DOĞRUDUR

    Burada anlatılanlar doğru mu? Bunlar aklınıza gelebilir. Bu kitapta anlatılanlar doğrudur. Ben, bu kitabı yazmak için Çerkes enişteyle günlerce mülakatlar yaptım ki o tarihte gazeteciydim. Çerkes enişte benim halamın kocasıydı. Bahçelievler’de oturuyorlardı. Sebahattin abi oğullarıydı benden çok büyük idi. O, bana her şeyi anlattı. Yetmedi, Çerkes enişteyi tanıyanlar vardı ki annemdi, babamdı. Mesela Veli’nin annesi Nazmiye ablam Çerkes enişte ve ailesini tanıyordu. Çerkes eniştenin ailesini ben de tanıdım. Kızlarını, oğlunu, torunlarını tanıdım. Bahriye ablanın, İsmet ablanın torunu , Amerika’ya gidenin torunu gibi. Bunlarla uzun konuşmalarım oldu.

    ÇERKEZ ETHEM BİR HAİN MİYDİ, YOKSA BİR YURTSEVER MİYDİ?

    Bir de Çerkez Ethem olayını çok iyi araştırdım. Çerkez Ethem bir hain miydi, yoksa bir yurtsever miydi? Bu kitapta bunun cevabını vermedim. “Hain” demedim Çerkez Ethem’e, bir yurtsever de demedim. Ama olayları anlattım ki onu siz çıkaracaksınız.

    Bu kitabı yazabilmek için 25 tane kitap karıştırdım. Sonuçta böyle bir kitap çıktı ortaya. Başından başlarsak roman türünde yazılmış bir kitaptır. Her insanın hayatı roman olabilir. Bunun bir üslup içinde kağıda dökülmesi olayı vardır. Bir kurgu meselesi vardır. Bu bir edebi eser değildir. Bu yaşanmış bir olayın romanıdır. Her yaşanmışlık bir romandır. Bu gerçek bir roman olduğu için mecburen bazı olayları saklamak, kurgulamak, başka türlü ifadeyle söylemek gerekirse, isimleri değiştirmek, olayları değiştirmek gibi argümanlara da başvurma ihtiyacı duydum. Mesela Çerkez enişte’nin adı var ki kendisini tanıyorsunuz, ama Çerkes eniştenin gerçek adı o değil. Onun adı bende saklı. Onu ifşa etmek istemedim, ama siz kendisini tanıyorsunuz. Kızlarının bir tanesinin ismini yazdım, ötekisini değiştirdim.

    Bu kitabı özetleyecek olursam, biliyorsunuz Çerkes Enişte, çok değerli bir kişiliğe sahip ve Balıkesir’de okumuştur. O, Çerkes. Çerkes Ethem’in yanına yazıcı olarak katılıyor. Çerkes Ethem’in “Kuvayi Seyyare” adı verilen kuvvetlerinde, Yunan’ı kandırıp Türkiye’nin üzerine salanlara karşı çarpışıyor ve çete savaşı yapıyorlar. Bu sırada Atatürk 1919’da Samsun’dan çıkmış, Sivas Erzurum dolaylarından Ankara’ya intikal etmiştir. Çerkes Ethem’in Atatürk’le, İsmet Paşa’yla çok iyi dostlukları , beraberlikleri ve iletişimleri var. Fakat, işler öyle yürümüyor. Anlaşmazlığa düşüyorlar. Çerkes Ethem, “Ben, Türk kuvvetleriyle çarpışamam. Yunanistan üzerinden Almanya’ya gitmek istiyorum” diyor. Kendisinde o zamanlar bir mide kanseri şüphesi de var. Kardeşleriyle ve ailesiyle birlikte Yunan tarafına geçiş izni istiyor. Kabul ediliyor. Bir gemiyle Atina’ya gidiyorlar. Bu sırada Çerkes enişte de Çerkes Ethem’in yanındadır. Yanında mı, değil mi, onu artık siz çıkaracaksınız. Susurluk’tan trene biniyorlar, İzmir’e geliyorlar. Oradan da bir gemiyle buraya geliyorlar. Orada bazı karanlık noktalar var. Çerkes Ethem, Atina’da kalıyor, Çerkes enişte Gümülcine’ye geliyor. Gümülcine’den Şapçı’ya geliyor. Şapçı’da hayatı var. Ama mesela Çerkes enişte hiçbir zaman Şapçı’da bir cami imamı olmamıştır. Kitapta cami imamı olarak görüyoruz ki öyle kurgulanmıştır. Tabii ki olayı ilginç bir hale getirmek için bunu yaptık. Çünkü bu bir tarih kitabı değil, bir roman. Bir değirmende çalışıyor. Sonra evleniyor. Bu ara burada “Püskülsüz Hoca” hikayesi var. “Püskülsüz Hoca” camide imamdır. “Püskülsüz Hoca” (Fesinde püskül olmadığından bu adı almıştır) kendini asarak intihar ediyor. Bunun üzerine o da cami imamı oluyor. Çoluk çocuk sahibi oluyor. Ve, tekrar Türkiye’ye dönüyor. Türkiye’de hastalanıyor. Neden? Bir korku şüphe olarak içine giriyor. “Ben, Türkiye’de Atatürk’ün askerlerine karşı savaştım. İsmet Paşa’nın askerlerinden filancayı öldürmek durumunda kaldım. Cephede silah çekmek durumunda kaldım. Dolayısıyla burada beni asacaklar.” gibi korkular taşıyordu. Bu korku, Çerkes eniştenin peşini hiç bırakmıyor. 1950’li yıllarda İstanbul’a geliyor. Aradan 10-15 senen geçiyor ve bu korkuyla yaşamaya devam ediyor. Akıl hastanesine yatıyor ve orada vefat ediyor.

    Bu sırada Türkiye’de bazı olaylar oluyor. Mesela 21 Mayıs İhtilali oluyor. İsmet Paşa’nın , Menderes’in başbakanlıkları oluyor. Bu gerçek olaylardan da bu kitapta bazı anekdotlar var. Tabii ki bir dönem hikayesi olduğu için bu kitap sadece Çerkes enişteyi anlatmıyor.

    Böyle bir roman ortaya çıktı. Çerkeslerden de ilgi gördü. En çok ilgiyi de Şapçı’dan gördü. Bir takım gerçekleri ortaya koymaktadır..."

    ©2017 Burasi Batı Trakya. Tüm Hakları Saklıdır.

    Please publish modules in offcanvas position.